Yaz mevsimi geldiğinde hepimizin yüreğini yakan o görüntüler tekrar düşüyor ekranlara: Alevler içinde bir orman, kaçışan hayvanlar, gökyüzüne yükselen siyah dumanlar… Her yıl, binlerce hektar ormanımızı göz göre göre kaybediyoruz. Oysa ormanlar sadece ağaçtan ibaret değil; onlar bizim nefesimiz, suyumuz, toprağımız… Kısacası hayatımız.
Ormanlar, doğanın sessiz kahramanlarıdır. Temiz hava üretirler, su döngüsünü dengelerler, toprağı erozyona karşı korurlar ve sayısız canlıya yuva olurlar. Onlar olmadan ne doğa kalır, ne de biz. Bu nedenle ormanları korumak, sadece çevrecilerin ya da devletin değil, hepimizin ortak görevidir.
Ne yazık ki orman yangınlarının büyük bir kısmı insan eliyle çıkıyor. Bir cam şişe, söndürülmemiş bir sigara, kontrolsüz yakılan bir mangal ateşi… Küçücük bir ihmal, koca bir ormanı yok etmeye yetiyor. Oysa ateşin şakası yok. Ateş sadece ağaçları değil, onların içinde yaşayan binlerce canlının da hayatını alıp götürüyor.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) “Kıyamet kopacak olsa bile, elinizde bir fidan varsa onu dikin” hadisi, doğaya ve yeşile verilen değerin en güzel örneğidir. İnancımızda doğaya zarar vermek, büyük bir sorumluluk ve vebal olarak görülür. Bugün bize düşen, bu bilinçle hareket etmektir.
Toplum olarak orman yangınlarını sadece televizyondan izlemekle yetinemeyiz. Öncelikle bilinçlenmeli ve bilinçlendirmeliyiz. Her bireyin, doğada ateş yakarken, piknik yaparken ya da çöp atarken dikkatli olması gerekir. Okullarda, camilerde, medya organlarında yangınlarla mücadele ve doğa sevgisi üzerine sürekli eğitimler verilmelidir.
Çünkü doğaya karşı gösterilen her ihmal, aslında geleceğe karşı işlenmiş bir suçtur.Ve unutmayalım ki, cehaletin başlattığı hiçbir yangını söndürebilecek bir uçak henüz icat edilmedi.
Elbette devletin de üzerine düşen görevler var. Yangınlara sebep olanlara karşı caydırıcı cezaların uygulanması, ormanlık alanlarda sıkı denetimlerin yapılması gerekiyor. Ama yeterli değil. Yerel halkın ve gönüllülerin eğitilerek olası yangınlara erken müdahale etmesi sağlanmalı. Ayrıca teknolojinin yardımıyla yangın riski taşıyan bölgeler önceden belirlenip, önlemler alınmalı.
Termal kameralar, insansız hava araçları ve erken uyarı sistemleri artık bir lüks değil, zorunluluktur.
Yangın sonrası ise “nasıl olsa yandı, bitti” denilmemeli. Yanan alanlar mutlaka tekrar ağaçlandırılmalı. Bu süreç, doğaya uygun türlerle ve bölgenin ekolojik dengesini gözeterek yapılmalı. Ormanlar yeniden nefes almalı, yaşam yeniden filizlenmeli. Ağaçlandırma, yalnızca fidan dikmek değil; umudu ve yaşamı yeniden yeşertmektir.
Unutmayalım, ormanları korumak sadece doğayı değil, kendi geleceğimizi korumaktır. Bugün diktiğimiz bir fidan, yarın çocuğumuza gölge olur. Bugün koruduğumuz bir orman, yarın milletçe nefes aldığımız bir alan olur.
Yazımı Nobel ödüllü bilim insanımız Prof. Dr. Aziz Sancar’ın çok anlamlı bir sözüyle bitirmek istiyorum:
“Yanmayan ağaç değil, yakmayan nesiller yetiştirmeliyiz.”
Bu anlayışı hayatımızın temeline yerleştirdiğimiz gün, doğa da insanlık da yeniden nefes alacak.
