Elbistan’a Özlem: Gurbetin Sessiz Yankısı

Gurbet, insanın yalnızca coğrafi olarak yurdundan uzaklaştığı bir durum değil, aynı zamanda ruhunun da bölündüğü, kimliğinin parçalandığı derin bir varoluş halidir. Elbistan’dan Avrupa’nın dört bir yanına savrulan bizler için, bu hal bazen kelimelere dökülemeyen bir sızı, bazen de içten içe büyüyen bir özlemle tarif edilir. Çünkü Elbistan, yalnızca doğup büyüdüğümüz toprak değil, belleğimizin ve benliğimizin temelini oluşturan kültürel bir merkez, ruhumuzun derinliklerinde yankılanan bir sestir. Avrupa’nın sokaklarında yürürken dahi, zihnimizin arka planında Ceyhan’ın serinliği, Elbistan çarşısının kalabalığı, yaz aylarında yaylaların ferahlığı vardır. Her ne kadar bedenimiz burada olsa da, ruhumuzun bir yanı hep o tanıdık dağlarda, o kekik kokan rüzgârda, o tandır ekmeğinde kalır.

Bu özlem, doğanın döngüsünde de yankısını bulur. Tıpkı doğdukları tatlı suya geri dönmek için binlerce kilometreyi kat eden somon balıkları gibi, biz de her fırsatta Elbistan’a dönmenin yollarını ararız. Somonlar okyanusta yıllar geçirir, orada büyür, güçlenir, ama sonunda içgüdüsel bir çağrıyla doğdukları nehre geri dönerler. Biz gurbetçiler için de Elbistan, o ilk su, o ilk nefes gibidir. Ne kadar uzaklara gitsek de, içimizde bir yer, hep oraya dönmeyi arzular. Bu dönüş, yalnızca fiziksel değil; duygusal, kültürel ve varoluşsaldır. Çünkü kimliğimizin kaynağı, beslendiğimiz ilk yer orasıdır.

Göç, insanın sadece bir yerden başka bir yere gitmesi değildir; bazen geride bıraktığı toprağın sesini, kokusunu, hafızasını da yanında taşımasıdır. Avrupa’da yaşayan Elbistanlılar için bu göç, hayatlarının yalnızca coğrafi değil, ruhsal bir yolculuğudur. Yıllar geçse de, şehirler değişse de, kalpteki Elbistan değişmez. Gittiğimiz her yerde onunla yaşar, onunla konuşur, onunla hatırlarız. Çocuklarımızı yanımıza alıp Elbistan’a götürdüğümüzde, onların gözlerinde gördüğümüz şaşkınlık kadar hayranlık da bize aittir. “Baba, burası senin memleketin mi?” diyen bir çocuğun sesi, aslında nesiller arası bir köprünün kurulma çabasıdır. Bu soru, hem aradaki mesafeyi fark ettirir hem de o mesafenin aşılması için yüreğimizde hâlâ canlı tuttuğumuz sevgiyi hatırlatır.

Elbistan’a duyulan özlem, zamanla sadece bireysel bir duygu olmaktan çıkar; kolektif bir hafızaya dönüşür. Bu hafıza, biz gurbetçilerin kendi aralarında geliştirdiği dayanışma ağlarında, sosyal medya gruplarında, yaz aylarında düzenlenen köy buluşmalarında, hatta Avrupa’da kurulan Elbistanlılar derneklerinde kendini gösterir. Her bir araya gelişte, çocukluk anıları yeniden canlanır; bir çay eşliğinde anlatılan eski hikâyeler, gurbetin soğukluğunu bir nebze olsun ısıtır. Elbistan, böylece sadece hatıralarımızda değil, yaşamın her anında bizimle olmaya devam eder. Elbistanlı olmak, bu anlamda bir coğrafi kimlikten öte bir kültürel sorumluluktur; yaşanılan her yerde bu kimliği onurla taşımak, değerlerini yaşatmak ve yeni kuşaklara aktarmak demektir.

Ancak bu özlem yalnızca geçmişe duyulan bir nostalji değildir. Aynı zamanda bugüne ve geleceğe dair bir bağlılıktır. Elbistan’daki gelişmeleri dikkatle takip ederiz; bir doğal afet olduğunda elimizden ne gelirse yaparız, memleketimizin sorunlarına duyarsız kalmayız. Çünkü orada kalanların hayatı, burada yaşayan bizlerin vicdanında yer edinmiştir. Aramızdaki mesafeler ne kadar uzun olursa olsun, Elbistan’daki bir çocuğun gülümsemesi, yaşlı bir ninenin duası bizim içimizi ısıtır. Biz, Avrupa’nın dört bir yanında yaşasak da, Elbistan hâlâ ortak hafızamızın, kalbimizin ve dualarımızın merkezindedir.

Gurbetin en zor yanı, dünyanın farklı yerlerinde yaşarken aynı ruhu taşımaya çalışmaktır. Yaşadığımız ülkelerde düzenli bir hayat kurmuş olsak da, içimizdeki “Elbistanlı” kimliği her geçen yıl daha da derinleşir. Tıpkı okyanusların tuzlu sularından doğduğu tatlı suya dönmeye çabalayan bir somon gibi, biz de her yıl biraz daha o çağrıyı duyarız. Bazen bir türkünün sözlerinde, bazen bir çayın buğusunda, bazen de bir haber bülteninde Elbistan bize seslenir. Ve biz biliriz ki, o ses sustuğunda içimizde bir şey eksilir.

Bu satırları yazarken bir yandan geçmişe, bir yandan da geleceğe bakıyorum. Belki bir gün tekrar Elbistan’a dönecek, çocukluğumun geçtiği sokaklarda yürüyebileceğim. Belki de sadece yaz tatillerinde, birkaç haftalığına gidebileceğim. Ama ne olursa olsun, kalbimin bir yanı hep orada kalacak. Çünkü Elbistan bizim evimizdir; nerede yaşarsak yaşayalım, özlemiyle yanıp tutuştuğumuz, sesini duymak için kulak kesildiğimiz yerdir. Ve bu özlem, bizim hem yükümüz hem de onurumuzdur. Tıpkı doğduğu akarsuyun yolunu hiç unutmayan somonlar gibi, biz de Elbistan’ı asla unutmadan yaşarız — her yerde ama hep oraya ait olarak …

Ve bu özlem, içimizde taşıdığımız en derin bağ, en sessiz ama en güçlü çağrıdır.

Yazar

Scroll to Top